Home | Logo Tasarim | Siteyi degerlendir | Paylasim | Dagtabakli Köyü Üyeligi

Köyde Bayram

1920' li yıllardan 1960' lı yıllara kadar köyümüzde bayramlar büyük bir coşku ile kutlanırdı. Arefe gününden bayram hazırlıkları başlar, köyümüz ve civar 8 köyün insanı bayram namazını kılmak için Boyalı Köyü`ne giderlerdi. Bayram sevinci ile sabahın erken saatinde kalkılır, üç saatlik Boyalı yolu koşarak gidilirdi. Bayram namazı kılındıktan sonra ilk bayramlaşma Boyalı Köyünde Çayboyunda büyük bir samimiyetle yapılır. Eski caminin etrafına pazar kurulur ve tezgahlar açılır, buradan incir, üzüm, leblebi, şeker, çocuk şekeri gibi şeyler satın alınırdı. Boyalı'lılar Namaza gelen tüm köylüye öğle namazını müteakip bişi ekmeği ve kuru üzüm dağıtır üzüm, bişi ekmeğinin arasına sarılarak yenirdi. Köylü, bayrama özel olarak ayaklarına çarık veya lastik, yün çorap, vala pantolon, zıpka don, başa şapka çocuklar ise entari giyerdi.

Boyalı'dan tek muhtarlık olduğu için bayramlaşmaya Yanalak köyüne geçilir, orada cami ve köy odasında bayramlaşma devam ederdi. Burda yemekler yenir, sohbet muhabbet sabaha kadar sürer gece uyunmazdı. Oda da çocuklara Kur'an okutulur, onlara hediyeler verilir veya köylüden toplanan para çocuklara haşlık olarak pay edilirdi. Sabah yemeğinde (bayaramın ikinci günü) Yanalak'lılar ziraat çıkarırlardı. Yani Bişi ve üzüm yenir ardından köye geri dönülürdü.

Arkasından Yanalak'lılar davul zurna çalarak çoluk çocuk, yetişkin Dağtabaklı`ya gelir bayramlaşma ve heycan burada devam ederdi. Yine ziraat çıkarılır, yemekler yenirdi. Hangi köy daha güzel yemek yapacak, ikram edecek diye iki köy arasında tatlı bir de rekabet yaşanırdı. Yanalaklılar geceyi geçirdikten sonra bayramın üçüncü günü geri dönerlerdi. Büyükler ziyaret edilir elleri öpülürdü. Köyde meşgale çok olduğu için bayramlar kısa sürer tekrar iş hayatına dönülürdü.

Bayramın en fazla tadını çıkaran çocuklar olurdu. Gıcırdayan kağnı arabalarına insanlar koşulur, çocuklar ve büyükler üstüne binerler köy etrafında gezilir, esir almaca oynanır, kağnı arabası özellikle gıcırdatılırdı. Genç kızlar türkü ve mani söyleyerek salıncak binerlerdi. Gece çokca silah atılırdı. Yetişkin gençler bayram boyu eve gitmez bayram şenliklerine katılır, ancak ihtiyarlar evlerine giderlerdi.

Iftar Yemegi

Ramazan ayında köylü sırasıyla Köy Konağında iftar yemeği verir ve herkesi davet eder. Türle yiyecek ve içeceğin bolca ikram edildiği iftar yemeği yapılan dua ve içilen çay ile sona erer. 17.08.2012 tarihinde Hüsnü Karasakal'ın verdiği itfar yemeğinden çesitli görüntüleri aşağıda izleyebilirsiniz.

Bayram Namazi

19.08.2012 tarihindeki Ramazan bayramı arefesinde camimizde kılınan bayram namazı ve bayramlaşmadan görüntüler aşağıdadır.

Cami Konaginda Bayram Yemegi

Sabah namazının ardından bayram namazı kılındıktan sonra köylü getirdiği yiyecek ve içecekleri cami konağında Bayram Yemeği olarak ikram ederler. Bayram muhabbeti, sevinci ve heyecanı sofrada devam eder. Aşağıda bayram sabahı konakta verilen yemekten görüntüleri izleyebilirsiniz. Tarih 19.08.2012

Bayramda Kadinlar

Bayramda kadınlar başlarına fes şeklinde önü süslü, pullu gırep giyerler üstüne sinekli cember veya yazma örterlerdi. (genç kızlar gırep takmazdı) Kırmızı, yeşil ve sarı renklerin ağırlıkta olduğu üç etekli elbise, üstüne ise işlik denen bir yelek giyilirdi. İşlikler bol desenli ve parlak renkli olur, kolları el üzerine kadar gelirdi. Kırmızı veya yeşil renkli üçgen şeklinde katlanmış püsküllü acemşalı kuşağı bele sarılıp arkaya salınırdı. Elbise altına kaslı paça giyilirdi. Ayağa giyilen çoraplar koyun yünü eğrilerek elde dokunmuş renkli denesnli veya beyaz olurdu, ayaklara karalastik giyilirdi.

Kadınlara özgü pek bir bayram aktivitesinin yaşanmadığı köyümüzde sabah yapılan kahvaltının ardından büyüklerin elleri öpülerek bayramları kutlanır, kadınlar biraraya toplanmaz veya akşamları özel bir program da yapılmazdı. Yoğun işler yüzüden hiç bayram değil gibi köy işlerinde tekrar çalışmaya gidilirdi. En büyük eğlenceleri, bir kağnı arabası koşusuz düzülür, kadınlar üzerine otururlar, önünden arkasından çekerek ve türküler söyleyerek Avzarağan’a kadar giderler. Avzarağan’ın kadınlarını da alarak yine yüksek sesle söyledik- leri türküler eşliğinde çektikleri arabayla Dağtabaklı Köyü’ne geri gelirler.

Bayram Namazi

Gerek kurban gerekse ramazan bayramında arefe gününden itibaren cami minare şerefesi aydınlatılır, hoca da hopörlerden sela okur. Bayram için köye gurbetten gelenler olduğundan, bayram namazlarına iştirak fazlaca olur, caminin ana bölümü tamamen dolar. Sabah ezanı ardından cemaat ile topluca sabah namazı eda edilir. Akabinde bayram namazının vakti gelene kadar imam efendi vaaz verir veya Kur’an-ı Kerim okur. Bu vazifeyi yıllardır cami imamları ve eski müftü sayın Hüseyin Kavukcu ifa eder. Nihayet bayram namazı büyük bir cemaat ile ifa edilir, ardından tekbirler getirilir.

Cemaat hemen dağılmaz, yan yana sıraya geçerler, birbirleri ile teker teker müsafaha ederek sarılır ve bayramlaşılır. Bu ritüel gelenek uzunca bir zaman alır. Kapı çıkışında cemaate lokum veya tatlı dağıtılır. Daha sonra topluca yemek için cami konağına geçilir. Yemekten sonra cami avlusu dışına çıkan cemaat, burada oluşturdukları küçük guruplar halinde birbirleri ile sohbet eder, hal-hatır sorarlar, burdan herkes evine dağılır. Bayram namazına köyümüzden katılanların haricinde gurbetten, Avzarağan ve diğer civar köylerden de gelenler olur.

Köyde Çocuk Olmak

Havva Turan

Yüksel Tunç
Havva Turan

1950’li 1960’lı yıllarda Dağtabaklı Köy’ünde çocuk olmak; çocukluğunu yaşama-mak demektir. Ailenin çocuklardan beklentileri, yaşlarının çok üzerindeydi. Bu sebepten o yıllarda çocuk olanlar; zamanından önce sorumluluklarını bilir ve onları zorda olsa yerine getirirdi. Ailelerinden öğrendikleri yöntemlerle yapmaları gereken işlerin üstesinden gelirlerdi. Çocukluklarını hiçbir zaman yaşayamayıp ağır işlerlerde çalışırlardı. O zamanlar her çocuğun yaptığı sıradanlaşan işer vardı. Köyün yüzden fazla hay-vanı bir araya toplanır, “keşik” denen usülle sırayla gütmeye giderdik. Bu işi çoğunlukla biz çocuklar yapardık. Köyden çok uzaklara sabahtan gidier; dağlarda, orman içlerinde, tepe ve bayırlarda hayvanları otlatır, akşama olunca onları topluca geri köye getirirdik. Bu biz çocuklar için çok zor bir işti.

Hatta ailemizin zoruyla hergün erkeninde derin uykudan kalkar, kendi hayvanla-rımızı guşluğa götürürdük. Guşluk: Sabah saat 6:oo’dan 9:oo’a kadar hayvanları köy yakınındaki “Goru” ya götür, orada otlatırdık. Diğer köy çocukları da aynı amaçla bura-ya gelirdi. Bu üç saatlik zamanı fırsat bilip keyfince oynardık. Getirince annelerimiz onları sağar; daha sonra “sığır” a katmak için köy önündeki kirenlik meydanına götü-rürdük. Guşluktan eve boş gelmez, sırtımıza ormandan topladığımız bir yük odunu ardınıp gelirdik. Boş zaman bulduğumuzda köy çocuklarıyla; beş taş, çelik-çomak, keçi gıcısı (keçi boku ile oynanan bir oyun) saklambaç oynardık. Üstümüzde hiçbir zaman yeni kıyafetimiz olmadı. Çoğunlukla giysilerimiz yamalıklıydı. Bütün köy çocuklarının kıyafetleri nerdeyse aynıydı, kimse kimseye özenmiyordu. Boyabat’tan alınan, kırmızı beyaz çizgili renkli kumaştan “Tehnelülü yenge” bize göz kararı “paça” ve “fisdan” dikerdi. Başımıza sarı ve yeşil renkte iki yazmayı üst üste tepeden bağlardık. Buna “çatal yazma” derdik. Fistanlarımız çoğunlukla kırmızı ve yeşil renkte idi; diz altına kadar olurdu. Yeni bir giysi giydiğimizde köy içinde tur atardık; çok sevinirdik.

Ayakkabı giymek çocuklar için çoğunlukla hayaldi. Yüksel Tunç: Fadime ablam ile Boyalu’dan Tabaklu’ya giderken, ona ayakkabılarını biraz da ben giyeyim diye yalvar-dım. Ablamın şartı ise köy görünene kadar ayakkabıları elimde taşımam, yalın ayak yürümem, ayakkabıları köye girerken giymemdi. Ben de üç saat yalın ayak yürüdüm ve köye girerken giydim. Bu, benim için büyük bir mutluluktu. Havva Turan: Ağabeyim Süleyman Kavukcu bana topuklu bir lastik ayakkabı aldı. Sevincimden bir gün boyunca kıyıp giyemedim kucağımda taşıdım.

Bir çocuk olarak ailemizden yeterince sevgi görmedik, korumasını üzerimizde his-setmedik Çünkü onların sevgi göstermek, bizimle ilgilenmek için yoğun işlerden dolayı vakti olmadı. Hatta hasta olunca doktora muayne olma imkanı da yoktu. Yapmak zorunda olduğumuz işlerin çokluğundan çocuk olduğumuzu unuturduk, oyun oynamaya vaktimiz bile olmazdı. O yıllarda köyümüzde okul olmadığı için okuma imkanımız olmadı. Annemiz bizi Kur’an-ı Kerim öğrenmemiz için camiye yollardı. Kürt Hoca önünde kız, erkek dizüstü oturur, hep bir ağızdan hocanın okuduğu dua ve sureleri defalarca öğrenene kadar tekrar ederdik, hocadan da çok korkardık.

Kış aylarında en büyük eğlencemiz; köy başından yokuş aşağıya “kirenliğe” kadar hayvanlara yem verdiğimiz yalağı veya çam pürlelrini kızak yapıp üzerinde kayardık. Her yerimiz ıslanır, ocak başında üstümüzü kurulanmaya uğraşırdık. Mantar ve selep toplamak, sırtta ve kağnı arabası ile odun getirmek, “yayık” ve “helkek” ile kuyu ve oluktan su çekip taşımak biz çocukların günlük eziyetli işlerinden yalnızca birkaçıydı. Çoğu zaman yiyecek ekmek bulamazdık. Ekin kavramaya gider; akşama kadar yiyeceğimizi; çoğulukla bir kesek çöreği yanımıza alırdık. Yumurta, tereyağı gibi yiyecekler satıldığı için biz nadiren yerdik. Yavan çörek ve yanına ayran, yoğurt tabi ki onu da bulabilirsek bizim için en güzel öyündü. Bayramlarda giyeceğimiz yeni elbisemiz hiç olmadı.

Bayramlarda; elimize kına yakar, onunla mutlu olurduk. Çolak Ömer’in evinin kandillerine kurduğumuz zincirden salıncaklara binmek en büyük bayram eğlencemizdi. Eyüp Sevimoğlu’nun evi ile Necati Sevimoğlu’nun evi arasına köprü salıncağı kurar; gönlümüzce sallanıp eğlenirdik. Kadınlar erkek elbisesi giyer, biz erkeğiz diye köyün kadınlarına sarılırdı.

O yılların çocukları olaıak küçük şeylerle mutlu olmayı her zaman başardık. Yine o yıllarda çocuk olma; alınan sorumluluklar ve yapılan işlerle çok çabuk büyümek, yaşamadan yetişkin olmaktı.